DENEMELER

ESİNTİLER

BAŞLARKEN –

Yazılarıma uzun bir süre ara verdim. Emekli olmanın rehaveti, bu uzun sürenin verimsiz olmasına neden oldu. İnsan emekli olunca hayattan da emekli olmuyormuş… Yazmak için melekelerimi geri çağırdım, birilerinin” Marş! Marş!” demesini beklemeden işe başlayacağım artık…

Yazan biri olarak, uzun bir süre yazı yazamamış olmam, hem kendim, hem de başkaları tarafından yadırgandı. Adeta karşılaştığım herkes, bakışıyla:”Yeni bir şey yazdın mı?” sorusunu sordu… Bu sorulara cevap verememek, yazmak için her şartı olan beni çok fazla üzdü…

Yazılarıma ara vermede emekliliğe attığım adımın payı büyük oldu: Bir anda karşılaştığım o büyük rehavet, bir yaz gününün öğle uykusu gibi geldi… Gözümü açtım, dozunun biraz kaçmış olduğunu anladım ve toparlandım. Demek ki emekli olanlar, tutkularına ara vermeden devam etmeliler imiş…

Emekli olan insan, hayattan da emekli olmadığı için, duygusallığı bir kenara koymalı, yorgunluk mazeretine sığınmamalı, biraz da başkaları için yaşaması gerektiğini hatırlamalıdır… Zira her insan kendi için yaşamış olsaydı, ne aşı bulunurdu, ne başka bir icat olurdu, ne de gönüllü hizmet erlerine rastlamak mümkün olurdu… Meziyeti olanlar, bu meziyetlerini, susuz yolcuların susuzluğunu gideren bir “ÇOBAN ÇEŞMESİ” gibi sunmalılar…

Yazmak için ne yapmak gerekli ise, onu yapmaya çalıştım; tıpkı bir inşaatın yapımı gibi: Konu buldum, arsa yerine geçti. Zamanla oluşmuş birikimlerim bir malzeme görevi gördü. Plan çizeyim dedim, bu da yazı tekniğiyle çözüldü… Geriye amelelik ve usta –çırak işi kaldı ki o da üslupla aşıldı… Söz dağarcığımı kurcaladım, anlatım özelliğimi konuşturdum boya ve sıva yerine geçti… Bina tamamlandı, herkese açık olsun diye cümle kapısı açık bırakıldı… Kim bilir buradan ne ziyaretçiler girecek, kimi dua ile anıp, kimi de dişlerini sıkacak… Olsun, bir bina da bir binadır…

Artık yazmak için, birilerinin komutuna ihtiyaç duymayacağım. Komut da, yazmak da aynı merkezden emir alacak… İşte o zaman, Haşim’in dediği gibi “Menatık-ı duşize-i tahayyülde” (=Hayallerin el değmemiş mıntıkalarında) bir gezinti başlar; fena da olmaz… Deneme de bu zaten: Ön yargısı, zaafı, kaygısı yok. Doludizgin boşalan atıyla bir  “Akıncı” gibi ufka koşmaktayız. Geride bir “HOŞ SADA” kalırsa, ne mutlu bize…       

               2007-BURSA
Ömer SEVİŞ